34,2642
37,6171
2.890,35
08 Temmuz 2024 Pazartesi
Kim nereden nasıl ister siyasi, ister kulüpçülük isterse TFF veya bağlı koltuk savaşları üzerinden nasıl bakarsa baksın öncelikle sahada terinin son damlasına kadar mücadele eden, saha kenarında oynamaya hazır gençlerimizi, teknik heyetimizi Türk Milletine bu heyecanı yaşattıkları için taraftarlık ve siyasi düşüncelerden bağımsız içtenlikle, yürekten teşekkür etmek lazım.
2008’den sonra ikinci kez katılım sağlanan Avrupa Futbol Şampiyonası başında kimsenin favori göstermediği, turnuvanın sürpriz takımı olarak gösterilen Türkiye biraz şanslı olsa, saha dışı olaylar ve hakem kararlarına sığınmak değil elbette ama hakkaniyetli hakem kararları olsa kuvvetle muhtemel Türk Milli takımı final oynayabilirdi.
Büyük oyunun, organizasyonun ağababaları Türkiye’yi finalde görmek isteyip istemediği kurgularını ayrı bir kenara koyarak öncelikle Türkiye olarak saha içi ve saha dışı biz ne kadar hazırdık ona bakmadan önce turnuva sürecine bakmakta yarar var.
Türkiye EURO 2024’te F Grubu’nda Gürcistan’ı 3-1, Çek Cumhuriyeti’ni 2-1 yenmiş, Portekiz’e 3-0 yenilerek grubu 6 puanla Portekiz’in averajla gerisinde ikinci sırada tamamladıktan sonra son 16 turunda Avusturya’yı 2-1 yenerek çeyrek finale kaldı. Zorlu Avusturya maçı sonrası maçta iki gol birden atarak, gösterdiği yüksek performansla maçın oyuncusu seçilen Merih Demiral’ın maç bitiminde yaptığı ‘’Bozkurt işaretli’’ gol sevinci nedeniyle UEFA Disiplin Kurulu’nun bugüne kadarki benzer uygulamaların aksine 2 maç ceza vermesi, Türkiye iç siyasetini dalgalandırmış, siyasi pozisyonlar oynanacak maçın önüne geçince, çeyrek final Hollanda maçını daha anlamlı hale getirdi.
71 bin kişi kapasiteli Berlin Olimpiyat Stadı’nda tribünlerin büyük bölümünde Türk taraftarlar vardı. Tabi ki iç siyaset konusu haline gelen tartışmalar sonrasında geçmişte kendisine ‘’Bozkurt işareti’’ yapılmasına davalar açan Erdoğan, uğursuzluk eleştirilerine aldırış etmeden eşi ve Bilal Erdoğan’la birlikte çok geniş bir heyetle birlikte ‘maaile’ tribünlerde yerini aldı. Mehmet Şimşek’in tasarruf genelgesini yok sayan bir biçimde Erdoğan’ın ‘’korumu konvoyu’’ Almanların diline düştü; Almanlar kıskandı! Tasarruf derken zaten kastedilen emekliler, asgari ücretliler kısaca çalışan alt gelir grubu kastediliyordu!
Bütün bu gerilim sonrası oynana Hollanda-Türkiye maçını 2-1 Hollanda maalesef kazandı. Spor otoritelerinin de dediği gibi aslında Türkiye turnuvanın en iyi maçını oynadı, golü de buldu ama bir türlü ikinci golü bulamayınca ikinci yarıda Hollanda’nın yüksek paslı temposuna teslim oldu. Yenilen şansız ikinci golden sonra gol olabilecek pozisyonlar bulsak da olmadı ve finale giden yolda elendik.
Peki turnuva boyunca oyuncu seçiminden, oynanan oyuna, oyunda kalan oyuncudan değiştirilen oyuncu ve değiştirme dakikasına kadar eleştiriler sona erdi mi, ne mümkün! Elbette iyi niyetli yapıcı eleştiriler olmalı, ilgililer buradan gerekli uyarıları dikkate almalı ama eleştirilerin hepsi belli bir amaca yönelik olunca ortaya yine ayrışma, bölünmüşlük tablosu çıktı.
Mesela bazıları tuttuğu takımdan yola çıkarak tuttuğu takımın oyuncusunun oynamaması üzerinden oyuncu tercihlerini eleştirirken, bazıları hoca üzerinden, bazıları TFF başkanlık yarışı üzerinden ve tabi bunca tartışma olurda siyaset durur mu, işin içine siyasette giriyor. Zaten iktidar futbolu ileri derecede siyasallaştırınca, tüm milletin olması gereken milli takım sanki iktidarın milli takımıymış gibi algılanır hale geldi.
Sahada mücadele eden gencecik çocukların her biri birileri tarafından bir yerlere çekilmeye, futbolcular bir yerlere göre konumlandırılmaya çalışılıyor.
Bozkurt işaretinden sonra, Milli Takım eski Teknik Direktörü Mustafa Denizli’nin NTV’de katıldığı bir programda, özellikle Hollanda maçında en yüksek reytingle oynayan Arda Güler’in golden sonra sağ elini kalbinin üzerine ve sol elinin işaret parmağını yukarıya kaldırmasının takım arkadaşları tarafından hoş karşılanmayacağı ve kendisinin takımda yalnızlaşacağı yönündeki görüşüyle ilgili tartışma başladı.
Sporu spor olarak göremiyor, milli takımımızın başarılarından ortak sevinç yaşayamıyor, durduğumuz yere göre milli takımımızın başarılı veya başarısız olmasını istiyoruz. Futbolcularda bu siyasal iklimden etkilenerek oyun içinde kalamıyor, her biri kendini yakın hissettiği düşüncenin sembollerini yapmak durumunda kalıyor; hiç gerek yok!
Elbette 26. Dönem Şırnak HDP Milletvekili Ferhat Encu gibi kendini bu milletin bir parçası olarak görmeyen, Türk Milleti dışında herkese dost olan ‘ayrılıkçı, bölücü’ kafaların ‘Biji Portekiz’ den sonra ‘Biji Hollanda’ paylaşımları yapanların kendi nefretlerinden çıkmalarını dileyerek…
Tebrikler, teşekkürler, ayaklarınıza, yüreklerinize sağlık, yolunuz açık olsun bizim çocuklar.
AKP ilk döneminde önce düşük kur yüksek faiz politikasıyla sıcak para girişi sağlayarak tüketim odaklı politikalarla uluslararası piyasalarında olumlu desteği sayesinde bol likidite girişiyle ‘sahte bahar’ sürecini yaşadı. Buradan ‘sahte’ başarı hikayeleri yazdı. Derken uluslararası piyasaların daralması ve pandemiyle birlikte hiç akıllarına gelmeyen ‘nas’ 20 yıl sonra biranda akıllarına geliverdi. Ve hadi bakalım gelsin heteredoks ekonomi politikaları ‘’faiz sebep, enflasyon netice’’ kuramıyla politika faizlerini talimatla indirmeye başladı.
Faiz indi, enflasyon yükseldi, döviz yükseldi, piyasa dengesini kaybetti.
Faiz sebep enflasyon sonuçsa, AKP sebep, derin yoksulluk sonuçtur…
Bütün bu gelgitler, savrulmaların, bozulmanın sebepleri, AKP’nin ekonominin temel paradigmalarının tersine piyasalarla inatlaşması ‘’sana bana ne oluyor ‘nas’ ortadayken’’ demesiyle ‘’faiz sebep enflasyon netice’’ diyerek…
TCMB faiz indirimlerine 23 Eylül 2021’de başladı ve aynı yıl içinde politika faizini 100 baz puan düşürerek yüzde 19’dan yüzde 18’e indirdi. Şahap Kavcıoğlu başkanlığı döneminde ilk kez faiz indirimine gidildi. Karar sonrası güne 8,63 seviyesinde başlayan dolar/TL kuru 8,80’i aştı.
Bu indirim öncesinde politika faizi Mart 2021’de son kez yükselmiş ve Naci Ağbal’ı koltuğundan eden 200 baz puanlık artışla yüzde 19’a çıkartılmıştı.
Erdoğan, faiz artırımından rahatsız olduğunu dile getirerek ‘’İkide bir ‘fiyat istikrarı diyorlar, biz onu bir kenara koyduk’’ dedi.
Aralık başında Lütfi Elvan gitti, Maliye ve Hazine Bakanlığı’na gelen Nurettin Nebati faiz konusunda ‘’arttırmama konusunda kesin kararlıyız. Ve bu işi biz oturtacağız Allah’ın izniyle’’ dedi. Faiz indirimleri devam etti, yüzde 14’e düştü, 20 Aralık 2021 tarihinde dolar/TL 18,43’e kadar yükseldi. Aynı akşam Erdoğan, Kur Korumalı Mevduat (KKM) sistemini duyurdu. Açıklanan sistemle beraber hızlı düşüşe geçen döviz kurları, dolar/TL 11’in altına geriledi.
Dövizdeki gerilemenin ardından Bakan Nebati ‘’Kurda köpüklerin gittiği, gerçek fiyatlamanın olduğu bir noktaya doğru gidiyoruz. Kur, iyi bir yerlerde dengeye gelecektir’’ dedi.
Erdoğan 2023 Şubat başında, ‘’Şu anda faiz yüzde 9, bunu daha da düşüreceğiz. Benim inancım şu: başbakanlığım döneminde faizi 4,6’ya indirdik, enflasyon da 6,4 gibiydi. Faiz ve enflasyon doğru orantılıdır. Faiz sebep, enflasyon neticedir. Buna inanmayanlar olabilir. Benim alanım ekonomi, neticesi de ortada.’’
Ardından Merkez Bankası, 23 Şubat 2023’teki toplantısının ardından politika faizini 50 baz puan daha düşürerek yüzde 8,5’e indirdi. 17 ay içinde 1050 baz puanlık faiz indirimiyle hedeflenen cari fazla hedefleri gerçekleşmenin aksine ekonominin bütün dengeleri altüst oldu…
Dövizi dizginlemek için devreye sokulan KKM uygulaması Hazine’nin üzerindeki yükü sürekli artırdı.
14 ve 28 Mayıs seçimlerinden zaferle çıkan Erdoğan, daha önce ağır eleştiriler yönelttiği Mehmet Şimşek’i 5 yıl aradan sonra tekrar Maliye Bakanlığına getirdi. Uyuyup uyandığımızda her şey çok güzel olacak diyen Nebati uyandığında; Bakanlığı gitti…
Görevi kısa sürede sona eren Hafize Gaye Erkan başkanlığındaki TCMB 27 ay sonra politika faizini yüzde 8,5’tan yüzde 15’e çıkardı. Faiz, döviz, enflasyon yükselme trendine girdi. Mucize olarak sunulan KKM’den çıkış arayışları başladı, 20 Ağustos’ta bütçeye gün geçtikçe daha fazla yük getiren KKM’yi azaltmak üzere ilk adım atıldı.
AKP’nin Eylül 2021’de başlattığı faiz indirimleri, Haziran 2023’de keskin bir ekonomi politikası değişikliğiyle 2024 Haziran itibariyle politika faizi yüzde 50. Dolar/TL 32,67, Euro/TL 35,17 olurken. Mayıs ayında TÜFE yüzde 3,37 oranında artışla, yıllık enflasyon bir önceki aya kıyasla 5,65 puan artarak yüzde 75,45 düzeyinde gerçekleşmiştir. Çekirdek enflasyon yıllık artış oranı yüzde 74,98 olarak gerçekleşmiş. Temel mallar grubu yıllık fiyat artışı yüzde 56,51, Hizmet grubu yıllık fiyat artışı ise yüzde 95,93 olarak gerçekleşmiştir.
Çare olarak ortaya atılan KKM kaynaklı maliyetin kur farkı ödemeleriyle iki yılda 833 milyar lira olduğudur.
Sonuç olarak dön baba dönelim aynı noktaya gelebilmek için; biz bunca haltı niye yedik!
AKP’nin savrulan ekonomi politikalarıyla Türkiye’nin bu derin krizin içinden çıkabilme ihtimali yoktur. Türkiye’nin yeni siyaset anlayışıyla, rasyonel ekonomi politikalarıyla birlikte yapısal reformları uygulayacak güven veren yeni bir siyasi çıkışa ihtiyaç vardır; AKP’nin deneme yanılma yöntemiyle kendini tekrar eden ekonomi politikalarının ülkeye hayrı yoktur.
Yönetenlerin ‘inançsal, keyfi’ ekonomistmiş gibi davranışlarının ağır faturasını tüm toplum ödemektedir!
Kötü yönetimle karamsarlaştırılan hayatın sonunda mutluluklarımız bile gri!
Birkaç gündür iktidar medyasının gazlamasıyla ‘gri liste’ den çıkıldı diye nasılda mutlu olunması isteniyor elbette, Türkiye’nin gri listeye girmesi nasıl üzüntü verici bir olaysa, gri listeden çıkışta bir o kadar mutlu olunması gereken bir durumdur.
Ve fakat bu gri liste denilen durum nedir, buraya neden girilir, nasıl çıkılır önce ona bakılmalı.
Önce gri liste nedir? Gri liste, FATF (Mali Eylem Gücü- Financial Action Task Force-FATF) tarafından kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelede yetersiz kalan ülkeleri belirlemek amacıyla oluşturulan bir liste niteliği taşıyor. Kuruluş, ülkelerle bu alandaki eksikliklerin giderilmesi için çalışmalar yapıyor.
FATF’a 24 Eylül 1991’de üye olan Türkiye, 1994, 1998 ve 2006 yılları olan 3 FATF değerlendirmesinden geçti. 2018 ve 2019 değerlendirme raporu ve sonrasında hazırlanan izleme sonrası Türkiye, Ekim 2021’de ‘’artırılmış izlemeye tabi ülkeler’’in yer aldığı ‘’gri liste’’ye dahil edildi.
Hazine ve Maliye, Adalet ve İçişleri bakanlıkları, Türkiye’nin, FATF ‘’gri listesinden’’ çıkarılmasına yönelik çok yoğun bir çalışma sergiledi. 40 tavsiyedeki hususlar birer birer yerine getirildi.
Türkiye’nin gri listeden çıkmasının finansal sistemine olan güveni daha da güçlendirmesi, bankacılıktan reel sektöre kadar pek çok alanda olumlu yansımalarının görülmesi. Türkiye’nin gri listeden çıkışının özellikle uluslararası ekonomik ilişkilerde olumlu yansımalarının olması bekleniyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, ‘’Türkiye, terörizmin finansmanı ve kara paranın aklanmasıyla mücadelesini bundan sonra da uluslararası standartlarla tam uyum içinde kararlılıkla yürütecektir’’ mesajını verdi (AA).
Gri liste işinin teknik detaylarından sonra siyasi yönüne de göz atmakta yarar var…
İktidarın bir kanadına yakın Selman Öğüt X de gelelim şu gri liste meselesine diyerek ‘’Özgür Özel’e anlatır gibi anlatayım başlığıyla bir paylaşım yaptı.
Selman Öğüt, Türkiye gri listeye ilk defa 2011 yılında girdi. O zaman Süleyman Soylu bırakın içişleri bakanlığını AK Parti üyesi bile değildi. 2014 yılında Türkiye gri listeden çıktı. 2021 yılında siyasi bir kararla tekrar girdi. Çünkü gri liste mekanizmasının başında Amerika var, diyor. PKK ve FETÖ dahil envaı çeşit terör örgütlerini kurup besleyen Amerika ve yancıları Türkiye kara para aklama ve terörün finansmanı ile ilgili bir listeye zaman zaman sokup çıkarıyorlar. Süleyman Soylu’ya gri liste iftirasını atanlar kullanışlı kovboy aparatıdır diyor Selman Öğüt.
Yukarıda gri liste sürecini anlattık. Türkiye’yi değil de bağlı oldukları siyasileri savunmak için başkalarına ‘kullanışlı kovboy’ diyenlerin yaptıklarının ne olduğuna kamuoyu karar versin! Ayrıca bu ve benzeri kişilerin en büyük sığınağı kendileri dışında herkesi FETÖ’cü ve PKK’lı ilan etmek. Birde ‘’dış güçler ve Amerika’’nın AKP’ye karşı olması goygoyu. Yine bu ve benzeri şahıslara sorulması gereken, sizin yöneticileriniz ‘’askeri vesayeti ortadan kaldırmak için ‘’Fethullah hoca ve ABD ile işbirliği yaptık, kadromuz yoktu FETÖ’nün kadrolarını kullandık, iktidarımızı tahkim ettik’’ demediler mi?
Eğer Amerika Türkiye’yi ‘’belli bir çıkarı’’ için gri listeye sokmuşsa, şimdi çıkarırken de yine ‘’bir çıkar’’ karşılığında çıkarmış olması gerekmez mi, ne dersiniz?
Ve yine Amerika bizi istediği zaman gri listeye sokup çıkarıyorsa bu ‘’başardık’’ nidalarının da bir anlamı olmamalı, öyle değil mi…
Tabi birde denilen dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olduğu gibi şimdi de Şimşek!
Sonuç, hadi diyelim ki Selman’ın dediği gibi Süleyman Soylu zamanında girilmedi ama her durumda Erdoğan döneminde girildi ve çıkıldı…
Hasılı uzun AKP iktidarı her geçen gün Türkiye’yi yormaktadır. Darbelere karşıyız diyen iktidar darbe şartlarını oluşturuyor sonra darbe mağduriyeti yapıyor. Ekonomiyi batırıyor, işbirliği yaptığı dış güçler bize tuzak kurdu diyor, hataların, yanlışların sahibi bulunamıyor. İktidar bütün gücü ve haşmetiyle ülkeyi teslim aldığı halde hataların sorumlusu ya geçmiş oluyor ya da dış güçler veya harici güçler.
Türkiye’nin yeni bir siyasi başlangıca ihtiyacı kaçınılmaz zorunluluktur…
Bayram öncesi sıcak siyasi tartışmanın ana gündemi CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, İstanbul’da bizimde katıldığımız ‘’Şehit aileleri ve Gaziler Çalıştay’’ toplantı bitiminde basın mensuplarının Devlet Bahçeli’nin ‘’CHP ile AKP büyük ittifak’’ yapabilir sözlerinin sorulması üzerine. Özgür Özel’in ‘’Memleketi bu hale kadar getirip suç ortağını bize doğru itmesin. Bu sorunları ya çözsünler ya bıraksınlar biz çözeriz. Belli ki ittifaklarında sorunlar var. Sayın Bahçeli ittifaklarından memnun değilse bizim ittifakımıza gelsin, bizim ittifakımızın adı Türkiye İttifakı’’ diyerek Bahçeli’ye verdiği cevaplar, çok konuşuldu.
Önce AKP sözcüsü Ömer Çelik ‘’CHP içinde meydana gelen rahatsızlıkları giderme çabası olarak görüyoruz’’ diye açıklama yaptıktan sonra, Erdoğan’da sanki bu sözleri Özgür Özel’e, Ekrem İmamoğlu söyletmiş gibi eleştiri oklarını İmamoğlu’na yönelttiler.
Araya giren 9 günlük bayram tatili bu sıcak siyasi tartışmanın güncelliğini kaybettirmedi. Tam aksine hem iktidar çevrelerinden hem de muhalefet çevrelerinden CHP içinde bir ‘cepheleşme, tartışma’ yaratma çabası aralıksız devam ediyor.
Önce Erdoğan ne demiş ona bakalım…
Erdoğan ‘’Bizim iade-i ziyaretimizi hazmedemediler. Biz Cumhur İttifakı olarak aynı duruşumuzu, aynı dayanışmamızı devam ettireceğiz. Cumhur İttifakı bir Altılı Masa değildir’’ diyerek. Hem CHP’nin başındaki arkadaş diyerek Özgür Özel’i ‘hazımsızlıkla’ suçladı hem de Altılı Masa’ya bir gönderme yaptı.
Erdoğan ‘’Biz iade-i ziyareti yapmak suretiyle siyasette bir yumuşama, bir kibarlık getirelim dedik. Ama bu kibarlıktan anlamayanlar İstanbul’da basın toplantısı yaptılar ve orada belli ki birilerinin etkisi altında kaldılar. Demek ki bazı yerlerden onay aldılar…’’
Bir kere Özgür Özel’in bu sözleri sarf ettiği ‘’Özel bir basın toplantısı’’ değildi. Çalıştay sonrası basın mensuplarının soruları üzerine verilmiş cevaplardı. İkincisi ne demek ‘’birilerinin etkisi altında kalmak, bazı yerlerden onay aldılar’’ demek. Bu sözler sözde ‘’yumuşama ve normalleşmeyi’’ sabote etmek değilse bile iyi niyetli sözler değildir. Bu sözler Özgür Özel sanki kendi iradesiyle karar veremiyormuş gibi bir algı yaratarak Özgür Özel’e büyük haksızlık olduğu gibi. Hiç ilgisiz bir konuda Ekrem İmamoğlu’nu sürecin içine çekerek, parti içinde Ekrem İmamoğlu’nu hedef haline getirme çabasından başka bir şey değildir.
Erdoğan’ın ve ittifak ortaklarının sözlerine bakıldığında söylenen sözler iyi niyetli sözler olmanın aksine CHP içinde ‘çatlak’ yaratma ‘kılçık’ atmaktan başka bir amacı yoktur. İktidar adına söz sarfedenlere bakılacak olursa Özgür Özel ve CHP yönetimi ‘’yumuşama veya normalleşme’’ye karşı değil. Erdoğan ‘’her ne kadar ters görünse de CHP ile bir anayasa yapma başlığı altında buluşabilir miyiz?’’ arayışıydı. Teklifimizi yaptık. Onlardan ‘’niye olmasın’’ noktasına gelen bir yaklaşım gördüm.
Yani, CHP ile ters görünse de anayasa altında buluşabilir miyiz dedim, onlarda ‘’niye olmasın’’ dedi, ama…
CHP içinden özellikle de İstanbul’da Ekrem İmamoğlu bu sürece karşı çıktı, Özgür Özel’i ‘’yumuşama veya normalleşmeye’’ karşı çıkmaya zorladı diyerek eleştiri oklarını İmamoğlu’na yönlendiriyor, hedef haline getiriyor.
İktidarın öteden beri rakip partiler içine ‘el atmak’ kendi içlerinde ‘derin’ çatlaklar oluşturarak rakipleri zayıflatmak gibi projeleri hep olmuştur. Ayrıca Erdoğan’da ilk büyükşehir belediye başkanı olduğu günden beri dayanılmaz bir Ekrem İmamoğlu ‘fobisi’ var. Konu ne olursa olsun bir şekilde Ekrem İmamoğlu’na bağlamaktan vazgeçemiyor.
Nasıl ki Mayıs sürecinde adaylık tartışmalarını bir şekilde yönlendirerek istediği rakibi belirlediyse şimdi de erken bir süreç başlatarak İmamoğlu’nun öne çıkmasının önünü farklı taktiklerle kesmeye çalışıyor. Bu son tartışmayla birlikte ekranlarda çokbilmiş iktidar yanlılarına baktığınızda CHP içinde konu ne olursa olsun bir şekilde İmamoğlu’na bağlamalarından anlaşılabilir. Sürekli olarak Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu çekişmesi-rekabeti varmış izlenimi yaratma çabası görülmektedir.
CHP iktidarın kurduğu tuzağa düşerek yerel seçim zaferini erken adaylık tartışmalarıyla gölgelememeli. Geniş halk yığınları tarafında yüksek kabul gören isimler bellidir şimdiden adaylık çekişmeleriyle bu umut yok edilmemelidir. Önce yerel yönetimlerde gösterilecek başarılarla ve CHP’nin ‘eylem, söylem, kadrosal’ oluşumlarıyla CHP’nin ülkeyi yönetebileceği, sorunları çözebileceği güveni topluma gösterilmelidir.
Erzincan’ın İliç ilçesinde, 13 Şubat’ta toprak kayması sonucu altın madeninde 9 işçi yaşamını yitirdi. Facianın bulunduğu altın madeninde toprak altında kalan 5 işçinin cesetlerine hala ulaşılabilmiş değil. Yapılan çalışmalar sırasında yeni toprak kaymaları yaşanmaya devam ediyor.
TÜİK’in yaptığı bir araştırmada, Türkiye’de maden ve taş ocakçılığı iş kazalarının en fazla yaşandığı sektör olmuş. Türkiye, maden kazaları sonucu yaşanan ölümlerde dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. ILO’nun ‘’ölümcül iş kazaları arasında Türkiye’yi dünya ülkeleri arasında ÜÇÜNCÜ sıraya yerleştirdiği’’ belirtilmektedir.
AKP iktidarı bir taraftan LOZAN’daki ‘gizli madde’ den dolayı yeraltı madenlerinin çıkarılamadığı iddiası üzerinden propaganda yaptığı dönemde, Cumhuriyet’in ilanından 2002 yılına kadar verilen maden ruhsatı sayısı sadece 1186 iken, AKP iktidarı döneminde 386 bin maden ruhsatı vermiş.
Bakmayın siz partili cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2019’da çevre konusunda ‘’hassasiyetini’’ dile getirirken ‘’Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarımızı betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya, nelere muktedir. Şu kapitalizm var ya, nelere muktedir. Doğa şöyle olmuş böyle olmuş, umurunda değil, orman morman ne var ne yok kesiyor atıyor.’’
Sahi son 20 yılda 386 bin maden ruhsatı veren kim, doğa çevre demeden orman alanlarını ölüm çukurlarına döndüren, doğayı tahrip ederek ‘kara delikler’ açanlara göz yuman hangi iktidar; bunlar olurken ülkeyi yönetenlerin haberi yok muydu, görmüyorlar mıydı dersiniz?
Kapitalizmin para hırsı yurdun dört bir tarafını delik deşik ediyor. Kaz Dağlarından sonra, Madra Dağları şimdi de sıra İvrindi/Gökçeyazı’da. Yöre insanı günlerdir doğasına, toprağına, ağacına sahip çıkmak için gece gündüz direnişte. Eskiden devlet ormanı vatandaştan korurdu şimdi vatandaş devleti arkasına almış maden baronlarına karşı ormanı korumaya çalışıyor.
Balıkesir’imizin İvrindi ilçesine bağlı Gökçeyazı ve Altıeylül ilçesine bağlı Sarıalan’da CVK Madencilik A.Ş tarafından yapılması planlanan, en az 16 köyü olumsuz etkileyeceği iddia edilen altın-bakır maden ocağı ve atık depolama tesisi projelerine verilen ÇED olumlu kararlarının iptali istemiyle açılan davalar Danıştay nezdinde devam ederken, çevre halkı, köylüler, çevreciler tarafından projenin iptali için yapılan eylemler artarak devam ediyor.
Bugüne kadar yaşananlardan ders almayan yöneticilere köylülerin verdiği tepki ‘’Gökçeyazı ölümyazı olmasın, Türkmen dağının üstü altından değerlidir, Türkmen dağına vurma kepçe, CVK ellerini köyümüzden çek, doların yeşiline değil doğanın yeşiline sevdalıyız biz, havama suyuma dağıma dokunma’’ pankartlarıyla ilgililerin dikkatini çekmeye çalışıyorlar.
16 yerleşim alanı köyü olumsuz etkileyecek açık ocak maden alanlarından birisi 170 metre derinliğinde ve Sarıalan köyünün evlerine sadece 250 metre mesafede. Atık Barajı, Gökçeyazı mahallesinin hemen yakınında, meraların üstündedir. 4 adet yeraltı galerisi ise tüm Türkmen Dağı’nın altını kaplamakta, Çamköy’ün evlerinin altında yeraltı galerisi vardır. Uzun yıllar süren, uzun uğraşlar sonucu hayata geçen Ardıçtepe Barajı DSİ’nin altyapı yatırımlarıyla sulanabilir hale gelen, tarım ve hayvancılıkla uğraşan üretici, suya kavuşan Gökçeyazı Ovası tehlike altındadır. Dallımandıra Göleti ve sulama kanalları inşa edilerek suya kavuşan Sarıalan mahallesi sulama kanalları ÇED (Çevre Etki Değerleri) alanında kalmaktadır.
Yapılacak madencilik kanatlı, küçükbaş ve büyükbaş yetiştiriciliği yapılan bölge ‘’Balıkesir kuzusu’’ İvrindi İlçemizin coğrafi işaret almış, marka haline gelmiş ürünüdür. Gökçeyazı ovasındaki doğal göle Manyas Gölü’nden Kocaçay üzerinden gelen turna balıkları (yöresel adı ile zurna balıkları) her sene milyonlarca yumurta bırakıp Manyas Gölü’ne geri dönüyor. Bölge aynı zamanda Manyas Kuş Cenneti’nden kış aylarında gelen göçmen kuşların bahar sezonunda üreme alanı.
Proje alanında her gün açık ocak ve yeraltı ocaklarında yapılacak patlatma, yeraltı suları ve yüzey sularının rejimlerini değiştirecek, suları kirletecektir. ÇED raporuna göre siyanür, kostik, tuzruhu dahil 23 farklı kimyasal kullanılacak olan maden devam ederse, topraklar ve meralar kirlenecek ve bölgede tarım ve hayvancılık yapılamaz hale gelecek. ÇED alanı içinde ve sağlık koruma bandında yerleşim yerleri var. Bu durum İş Yeri Açma Yönetmeliği’ne aykırı olmasına rağmen, Balıkesir Valiliği Çalışma Ruhsatı vermiş durumda.
Kamuya verdiği raporlar ve taahhütlere aykırı bir şekilde ÇED raporu düzenlenmiş olan şirketin İşletme Ruhsatı ve İşletme izinlerinin iptali ve şirketin acilen alanı boşaltması için, Kazdağı Doğal ve kültürel Varlıkları Koruma Derneği ve Gökçeyazı Köylüleri dava açmış.
Beklenen karar vericilerin, yargının halkın taleplerini dikkate almaları ve biran önce bu vahşi doğa ve çevre katliamına dur denilmesidir. Ülkenin değişik coğrafyalarında yaşanan doğa katliamlarından, can kayıplarından hala ders alınmadı mı, ders alınması için daha ne kadar can kaybı yaşanması gerekiyor.
Kapitalizmin esaretinden kurtulun, kapitalizmin kar-kazanç hırsı aklınızın önüne geçip ‘orman morman’ ne varsa talana göz yummayın, yeni can kayıplarıyla İvrindi/Gökçeyazı İLİÇ olmasın.