35,6260
37,2108
3.158,61
23 Ocak 2025 Perşembe
‘’Bir toplumun nasıl yönetildiğini öğrenmek istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakınız’’ demiş düşünür. Bir başkası ‘’Her toplum, layık olduğu şekilde yönetilir’’ demiş!
Eğer bir ülkede BİR ve YÜZ’LERİN üzerindeki can kayıplarında ‘sonsuz’ yetki kullanan yönetenlerin hiçbir sorumluluk üstlenmeden, hesap vermeden ve de bu yönetenler ölümü kutsayan ‘’güzel öldüler’’ sözleriyle olayı geçiştiriyor, hafife alıyorsa… yaşananlar sonunda kimse hesap vermiyorsa bu ve benzeri acı olaylar yaşanmaya daha çok devam eder!
Yüreğimiz yangın yeri! Nefesimiz kesiliyor, söyleyecek söz bulamıyoruz!
Bolu/Kartalkaya Grant Kartal Otelde 76 vatandaşımız ‘acı’ bir şekilde yaşamını kaybetti. Her zaman olduğu gibi anlı şanlı bakanlar, siyasetçiler laftan başka bir şey üretmiyor, sorumlu yine yok. Bölge Turizm bölgesi, tüm denetim ve sorumluluk Turizm Bakanlığında olduğu halde, AKP’li belediyeden 2007 yılında alınan yangın raporuyla sorumluluğu CHP’li Bolu Belediyesine atmaya çalışıyorlar; 10 gün içinde sorumlular bulunup, hesap sorulacakmış!
Turizm Bakanı ve İçişleri Bakanları ortak açıklamayla 10 gün içinde sorumluları ortaya çıkaracağız dediler. 76 yurttaşın yaşamını yitirdiği otel bakanlığın resmi sitesindeki bilgilere göre, 14.12.2024 Düzenleme Tarih 13.12.2025 Geçerli Tarih, 1181 Bakanlık Belge numarasıyla, Turizm Bakanlığı işletme belgesi vermiş ve denetim firması ROYALCERT BELGELENDİRME VE GÖZETİM HİZMETLERİ A.Ş ye ait olduğu görülmektedir.
Boğazınızın düğümlendiği, sürekli hale gelen acıları ifade edecek söz bulmakta zorlanır haldeyseniz; ucuz ölümlerin olduğu ülkedesiniz demektir!
2004 Hızlı tren kazası, 2014 Soma maden faciası, 2018 Ankara-Konya hızlı tren kazası, 2018 Çorlu tren faciası, 2024 Erzincan maden göçüğü, 2024 Balıkesir silah fabrikasında patlama. 2003-2004-2009-2010-1013-2014-2015-2016-2021-2022 yılları içinde, bu işin fıtratında var, güzel öldüler diyerek sorumluların hesap vermediği maden kazaları… bugüne kadar herhangi bir yöneticinin sorumluğu üstlendiğini, istifa ettiğini veya yargı önünde hak ettiği şekilde cezalandırıldığını gördünüz mü, göremezsiniz!
Ölüm sadece yoksulları bulmuyor, varsıl veya yoksul fark etmiyor; ölüm her an sizi bulabilir. Geceliği 30 bin liralık otelde, aldığınız evin depremde yıkılmasıyla, çalıştığınız fabrikada iş güvenliğinin yeterli olmamasıyla, sokakta yürürken elektrik çarpmasıyla, belediye veya kamunun açtığı çukurlarda. Yolda yürürken sapığın bıçak saplamasıyla, devletin kontrolünde olması gereken içtiğiniz alkolle, yediğiniz kumpirle; can güvenliğinizin olmadığı her an ölümle burun buruna gelebileceğiniz ucuz ölümler ülkesinde yaşam güvenceniz yoktur.
Yetkinin diğer yüzü sorumluluk olması gerekirken, bu ucuz ölümler ülkesinde hiç sorumluların hesap verdiği görülmez. Ya ölüm kutsanır kader/fıtrat/mukadderat denir ya sorumluluk ölene yüklenir hiçbir zaman sorumlu ortaya çıkmaz, hesap vermez; aynı görevine her daim devam eder! Kuralı sermaye koyar, siyasi otorite sermayeye söz geçiremez, sermaye tarafında esir edilen çalışanlar, çökme tehlikesi olan maden ocaklarında, işyeri güvenliği tam olmayan işyerlerinde acımasız sömürü düzeninde her an ölümü bekleyerek çalışmaya devam eder.
Her olayda sorumsuz davranan, sonsuz yetki sahibi iktidar güçleri bu olayda sorumluluğu üstlenecek ‘denetim’ görevimizi gereğince yerine getiremedik diyerek istifa edecekler mi? Yargı siyasi otoritenin etkisi altında kalmadan otel sahipleri, oteli denetlemesi gereken bakanlık yetkilileri hakkında hak ettikleri cezayı verebilecek mi?
Yoksa bugüne kadar olduğu gibi zamana yayılarak; unutturulmaya mı bırakılacak!
Dostoyevski’nin romanında yaşıyor gibiyiz ‘’Hava gri ve soğuk, insanlar yoksul ve mutsuz.’’
Ve her an başımıza neyin geleceğini bilmediğimiz gelecek endişesi yüksek duygu ve korkularla…
Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk’ten oluşan İmralı heyeti TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli görüşmesinden sonra hafta içinde AKP, CHP ve diğer partilerle görüşecek. Stratejik hamle olsa gerek İmralı heyetiyle Erdoğan değil grup başkanı Abdullah Özer görüşecek. Geçmiş açılım süreçlerindeki gibi herhangi bir olumsuzlukta ‘’sürecin sahibi biz’’ değiliz demek için Erdoğan öne çıkmıyor, heyetle görüşmüyor! Süreç Bahçeli üzerinden yürüyor…
Her ne kadar Bahçeli ‘süreç’ yok dese de, İmralı Heyeti ‘süreç’ten memnun. Adı konmamış olsa da yeni ‘açılım süreci’ çok hızlı ilerlemektedir…
Ve fakat açılımın siyasi aktörleri Mayıs/23 seçimlerinde halkı kandırmış, halka yalan söylemişlerdir. Erdoğan ve Bahçeli değil miydi seçimler boyunca halka, ülkenin beka sorunu terördür, karşımızdaki ittifak Millet İttifakı değil, teröristlerle işbirliği yapan ‘zillet’ ittifakı diyen. Erdoğan ve Bahçeli değil miydi Altılı masanın altında yedinci ortak DEM diyenler. Erdoğan ve Bahçeli değil miydi Kılıçdaroğlu seçilirse teröristleri salıverecek diyenler.
Oy verenler ‘aç kalsam da, geçinemesem de, beka sorunu yaşamayalım, aman teröristler salıverilmesin’ diye oy vermediler mi, ne oldu şimdi oy veren halk kandırılmış, aldatılmış olmuyor mu?
Şimdi oy verenlerin, siz gizli gizli bebek katili Öcalan’la görüşüyordunuz, pazarlıklar yapıyordunuz ama bunu bizim oylarımızı alabilmek için bizden gizlediniz mi yoksa, 18 ayda şartlar değişti konjonktür gereği terörist dediklerinizle pazarlığa mecbur mu kaldınız diye sorsalar haklı olmazlar mı, ne dersiniz? Oy veren kitleler biz size teröristlerle işbirliği yapmadığınız için, seçildikten sonra teröristbaşı Öcalan ve onun istediği teröristlere af getirmeyeceğiniz için oy verdik, bunları yapacağınızı bilseydik oy vermezdik derlerse ne diyeceksiniz!
Oy verenlerin duyguları istismar edilmiş, halk kandırılmıştır! Suçlayarak CHP İmralı’daki caniyi serbest bırakacak dediğinizi siz yapıyorsunuz; ne değişti, neyin karşılığında?
KANDIRILMYA HAZIR KİTLELER…
Kandırılan seçmenlerin dışında kandırılmaya hazır seçmenler var onlar, iktidar ne derse desin inanmaya, iktidarın her dediğini doğru kabul etmeye hazır bir kitle. Bu kitleler peşinden gittikleri Erdoğan’ın 4 Mayıs 2023’de ‘’Selo’sundan Apo’suna hapisteki tüm PKK’lıları çıkartacağız diyorlar. Söylesene Bay Bay Kemal Meclis’te HDP ile ne konuştun?’’ sözlerine o günde inanıyordu, bugün de Apo’yla görüşmesini doğru kabul ediyorlar.
Hande Fırat’ın, ‘’Öcalan’a özgürlük söz konusu olabilir mi bu ülkede’’ sorusuna Erdoğan, ‘’bunu AK Parti olarak bize soruyorsanız böyle bir şey olamaz. Ama şu anda anamuhalefete sorarsanız anamuhalefet olabileceğini zaten açıkladı hem terörsitbaşı ile açıkladılar hem de Selo ile ilgili açıkladılar. Bizim kitabımızda böyle bir şey yok. Bunca insanı öldüreceksin, bunca insanın kanına gireceksin, ondan sonra da buna özgürlük diyeceksin. Böyle bir şey olabilir mi?’’
Cumhur İttifak ortağı Devlet Bahçeli seçimlerde ‘’Kılıçdaroğlu’na soruyorum neyin karşılığında HDP’ye boyun eğdin? Hangi pazarlıkların sonucunda PKK/YPG’ye kucak açtın’’ dedikten sonra…
Oy verenlerin aynı soruları bugün Erdoğan ve Bahçeli’ye ‘’hani kitabınızda teröristbaşına af yoktu. Bunca insanı öldüren, kanına girene özgürlük olmazdı. Siz, PKK/YPG’ye ne diye kucak açıyorsunuz’’ diye sorması gerekmez mi? Elbette gerekir ama iktidar ne derse desin her dediğine sorgusuz sualsiz inanacak kitleler var.
İktidarın en büyük gücü, Edward Bernays’ın propaganda liderliği ‘’kitlelerin zihinlerini biçimlendirerek bir mekanizma sunar, böylece güçlerini arzulanan doğrultuda kullanırlar. Liderlik, halkın zihnini aynı bir ordunun askerlerinin bedenlerini bölük bölük yönettiği gibi yönetebilir.’’ Bu ‘’rıza mühendisliği’’ süreci ‘’demokratik sürecin esası’’dır dediği gibi.
Doğru düzgün bir demokratik toplumun ‘’yönetilenlerin rızası’’ ilkesi üzerine kurulu olması gerekirken. Yönetenler ya korkuyla ya da yoksa sen ‘barış itemiyor’ musun tehdidiyle ‘’halkın zihnini denetim’’ altına almaktadır.
Frances Hutceson, eğer ‘’aptal’’ ve ‘’önyargılı’’ kitleler kendi adlarına uygulanan şeye gelecekte ‘’tüm kalpleriyle rıza göstereceklerse’’, yönetenler halkın reddettiği planları halka dayattıklarında ‘’yönetilenlerin rızası’’ ilkesinin çiğnenmiş olmadığını savunur.
Yönetenlerin zihinsel ablukası karşısında aldatılan yönetilenler zorla olmasa bile sürece ‘rıza olmadan rıza’ göstermiş olurlar! ‘Rıza olmadan rıza göstermeyen’ çoğunluk yönetilenler ise ‘bir’ liderlik etrafında toplanamadıklarından ‘itiraz’ları sonuca tesir etmemektedir.
Bir sokak röportajında ‘’PKK elebaşı Öcalan’ın salınması sence doğru mu, terörü bitirebilir mi, gazi mecliste konuşması doğru mu’’ sorusuna vatandaş ‘’ya değil, değil de, ama işte ‘derin işler’ var. Bilemiyorum, yorum yapmak istemiyorum’’ sözleri her şeyi anlatmaktadır.
Süreci yönetenler; derin işlerin ve olası sonuçlarının ne kadar farkında!
Bebek katili ifadesini en çok kullanan siyasetçi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir. Kürt sorunu yoktur, DEM kapatılmalıdır diyen Bahçeli, Öcalan’ın ‘’Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, bende pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim’’ dediği bir süreci başlattı; Hoş, Bahçeli süreç yok dese de…
Bahçeli’nin ‘’Abdullah Öcalan, umut hakkından yararlansın, gelsin Meclis’te DEM Grubunda konuşsun’’ dedikten sonra Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan İmralı’da Öcalan’la görüştü.
Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’dan oluşan DEM heyetinin 28 Aralık’taki İmralı ziyaretinin ardından herhangi bir açıklama yapılmadı. Kısa süre önce Mardin Belediye Başkanlığı görevinden alınarak yerine kayyım atanan Ahmet Türk’ün de katıldığı heyet, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüştü. Görüşmeler CHP ve diğer partilerle devam edecek. İmralı’dan sonra şu ana kadar herhangi bir açıklama yapılmamış olması ve bu görüşmeler ‘pazarlık’ların devam ettiği, adı konmamış sürecin içinin doldurulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır!
Son Suriye olaylarından bağımsız, küresel büyük bir plandan bağımsız olduğu düşünülemez!
Bu palan düne kadar ‘’PKK Kürtleri temsil etmiyor, Öcalan’ın Kürtler üzerinde, PKK üzerinde etkisi-gücü kalmadı’’ diyen aynı siyasi aktörler, PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın baş aktörlüğüne razı olmuşlar!
Öcalan’ın Devlet’le ilişkisi öteden beri bilinmeyen bir durum değildir. Ve bu Öcalan, 1999 yılında yakalandığında, elleri kelepçeli, gözleri bağlı halde uçakta getirilirken ‘’Beni kullanın. Devletimin emrindeyim’’ dedi.
Abdullah Öcalan’ı, ilk sorgulayan E. Albay Hasan Atilla Uğur’un açıklamalarının yer aldığı 16 Aralık 2013 tarihli Aydınlık gazetesinde Öcalan, ‘’Devletin uzatacağı en ufak bir eli nasıl tutmak istediğimi bilemezsiniz. Hemen ‘işbirlikçi’ derler ama ben yaptım. Bütün Kürtleri Türkiye’nin hizmetine sokacağım, tek arzum görevimi becermek, benim derdim af değil hizmet, hizmet aşkım sonsuz. Devleti tanımadan ona karşı koymaya yeltendik. Kürtler için anayasal hak istemenin anlamı yok. Türk ulusu ağacın köküdür. Hakkâri’de Türkçe öğretelim. Kürtlere Atatürk’ü yeniden tanıtalım. Kürt isyanları tamamen çıkarcılıktı’’ dediği günden bugüne…
İktidarda olan AKP ne yaptı? AKP 23 yıllık iktidarı süresince Öcalan’dan bu dedikleri anlamında bir ‘hizmet’ talebinde bulundu mu, bulundu da ‘hizmet’ alamdı mı; neden bugüne kadar bu anlamda yararlanılmadı. Yoksa istenen şartlar yeni mi oluştu! Evet İstanbul seçimlerine dönük mektup yazdırıldı! Başka ne yaptırıldı veya niye bugüne kadar yaptırılmadı da bugün tekrar ‘kurtarıcı’ aktör olarak sahneye sürüldü.
Bugünkü Öcalan o günlerin aksine, daha üsten, daha buyurgan, DEM heyetiyle görüşmede ‘’yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ‘ehil ve kararlılığa’ sahibim’’. Yani önce sizin ‘elinizi’ göreyim, siz ‘ne’ veriyorsunuz- istiyorsunuz önce onu bileyim tavrı içinde!
Görüldüğü gibi adı konmamış bir süreç var ama sürecin içeriği konusunda bir netlik yok. Dün Kandil-İmralı üzerinden rakiplerini suçlayanlar bugün Kandil-İmralı ile siyaset kotarıyor.
Peki yeni paradigma nedir?
İmralı heyeti ‘’sürecin başarısı için en önemli zeminin TBMM olduğu’’ vurgusuyla ‘’Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi sorumluluktur’’ diyor.
E zaten Türk-Kürt kardeş, E zaten herkes anayasal ‘eşit’ yurttaş! Uygulamadan kaynaklı yaşanan sorunlardan Türk’te, Kürt’te mağdur!
Meclis’te konuşulsun diyen muhalefet ne konuşulacağını, ne isteneceğini biliyor mu? İçeriğinin ne olduğu bilinmeden ne olursa olsun Meclis’te konuşulursa anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesine, ikinci bir resmi dile, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi adına ‘özerk yönetim’e evet mi diyecek. Meclis’te konuşulacak olması her türlü talebin kabulü anlamında mıdır?
Öcalan’ın son görüşmede ‘’heyet yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım’’
Pozitif adım atmak için Öcalan’ın talepleri nedir, ne olursa pozitif adımlar atacaktır. Peki bugüne kadar Öcalan Kürtleri temsil etmiyor diyenler Öcalan’ın Kürtleri temsil ettiğini mi düşünüyorlar. PKK, Öcalan’ın çağrısıyla silah bırakacak mı?
Hadi bugünkü sürecin mimarı Devlet Bahçeli’nin geçmişteki sözleriyle yazıyı bitirelim! Bahçeli ‘’PKK, Türkiye’den toprak almadan silah bırakmayacaktır. Aksini iddia eden varsa ya şerefi yoktur ya da aklını ve mantığını kaybetmiş bir sefildir. AKP artık hem HDP hem de PKK’dır.’’
Adı konmamış bir süreç Öcalan’ın Meclis’e gelişiyle mi son bulacak…
Sürecin sahibi; Devlet Bahçeli mi, R. T. Erdoğan mı yoksa Abdullah Öcalan mı, kim?
Yeni paradigma dedikleri nedir?
Bahçeli’nin ‘’Abdullah Öcalan Meclis’e’’ gelsin kararlılığı sürüyor. Gazeteci Hilal Köylü’ünün ‘’Çözüm süreci konusunda Erdoğan ile aranızda görüş ayrılığı var mı?’’ sorusuna Bahçeli, ‘’Basın mensubu kardeşlerim, Türkiye’yi tahrik edici, yanlış bilgilerle ayrımcılığı körükleyici davranışlardan vazgeçsin. Geçemiyorsan mesleği bırak!’’
Bahçeli’nin kızgın, sert, soruya tahammülsüz çıkışına, Erdoğan’ın ‘’tarihi fırsat penceresi’’ demesine rağmen tam bir görüş birliği var mı yok mu; merak edilen bu!
Bu öyle sanıldığı gibi Devlet Bahçeli’nin bir sabah kalkıp hadi Abdullah Öcalan’a ‘silahı bırak’ çağrısı yapalım diyerek ortaya atılmış bir iddia olmadığı…
2013-2015 yıllarındaki çözüm süreci döneminde de Akil İnsanlar heyetinde yer alan Abdurrahim Semavi’nin Rudaw’a yaptığı açıklamalardan anlaşılmaktadır. Semavi, ‘’Türk hükümetinin 15-16 aydır hazırladığı bu proje sadece Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne yönelik değil. Projeye göre Orta Doğu Kürtleriyle büyük bir ittifak kurulacak, Doğu, Batı ve Güney, Kuzey Kürtleriyle ittifak kurulacak projenin hazırlığıdır.’’
Biranda akıllara gelmemiş bu proje sanıldığında büyük bir Kürdistan projesi!
Semavi, ‘’Bahçeli bu sözleri tek aşına söylemedi. Bir yıldır hazırlık yapılıyor. Bu sürecin hazırlıkları 7 Ekim 2023 öncesinde yapıldı, adım adım ilerledi. Proje 5 yıl içinde Türkiye halkı ve Kürtler projeye hazır olana kadar adım adım inşa edilecek. İnsanların akıllarında birçok soru var bu sorunlar çözülmeden Kandil’i Ankara’ya getiremezsiniz. 5 yıl içinde sadece Kandil’de olanlar değil, diasporada yaşayanlarda geri dönecek.’’
Semavi, ‘’Kürtler ‘kardeş ve eşit bir millet’ olarak anayasaya dahil edilecek. Türk hükümeti adım atarken pazarlığa girişmeden kendisi adım atacak. Eskiden olduğu gibi 300 kişilik bir heyet oluşturulacak. Diaspora Kürtleri, Kuzeyi, Güneyi, Rojava’sı, Doğusu hepsi bu mecliste yer alacak, çözüm bu mecliste inşa edilecektir. Kandil teslim olmadan, Öcalan bir gün TBMM’ye gidecek ve konuşacak, mesajını verecek. Sadece Öcalan’ın değil, Kandil’dekilerin de durumu çözülecek.’’
Türk hükümeti pazarlığa girmeden kendisi adım atacak, Kandil teslim olmadan Öcalan Meclis’e gidecek, deniyor!
Semavi, ‘’Orta Doğu projesinde Kürtlerin Orta Doğu’daki coğrafyası anayasaya dahil edilecek ve tanınacak. Dünyanın dengesini değiştirecek bir proje inşa edilecek. Türkiye hükümeti, Türkiye Devleti bunu göze aldı. Ne olursa olsun geri dönüş yapmayacak. Rojava’nın statüsü Türkiye ile birlikte belirlenecek. Rojava’nın statüsü yok edilmeyecek. 5 yıl içinde Orta Doğu’da Suriye diye bir devlet kalmayacak, tarihte de var olmayacak, Şam ve Lazkiye’de Suriye’de küçük bir devlet olacak.’’
-Yani, 7 Ekim 2023 öncesinde ‘’Büyük Kürdistan’’ projesinin hazırlıkları yapılmış; Bahçeli’nin çıkışı bu planın bir parçasıymış!
-Proje, Türkiye’deki Kürt sorununu değil; Tüm Orta Doğu Kürtlerini kapsayan bir ittifak kurulmasını hedefliyor.
-Kürtler ‘’Kardeş ve eşit millet’’ olarak anayasaya girecek. Okullarda Kürtçe dil eğitimi başlatılacak. Öcalan TBMM’de konuşacak; Kandil ve diğerlerinin durumu da çözüme kavuşacak. Proje, 5 yıllık bir süreçte adım adım uygulanacak.
-Orta Doğu’daki Kürt coğrafyası anayasayla tanınacak. Türkiye, bu projede kararlı ve geri adım atmayacak.
Elbette bu proje bugünün projesi değil. 1965 yılında Pentagon, Türk Devlet yetkililerine Kürt Senaryosu olan bugünkü adıyla BOP projesi olduğu anlaşılan İran, Irak ve Suriye bölünerek orada yaşayan Kürtlerle Türkiye’de yaşayan Kürtler Özerk bir Kürdistan’da birleştirilecek. Özerk Kürdistan, Türkiye’nin himayesine alınarak ortak bir federasyon kurulacak. Bu bölme ‘savaşında’ Pentagon’un yanında yer alacak Türkiye’ye ise petrol gelirlerinden pay verilecek! Türk ordusu bu senaryoyu reddettiği için gündemden kaldırılmıştı.
İran-Irak Savaşı sırasında, Saddam’ın Halepçe katliamından sonra Pentagon, projeyi tekrar gündeme getirmiş, Türk devletine dayatmıştı. Turgut Özal ‘’bir koyup üç alacağız’’ diyerek projeyi gönülden sahiplenmişti.
Biter mi, bitmez! 1991-1998’de Irak’ın bölünmesiyle ABD dışişleri bakanlığı BOP projesiyle bölgede 22 devletin sınırlarının değiştirileceğini ilan etmişti. Tayyip Erdoğan’da ‘’biz Orta Doğu Projesinin BOP-GOP (Geniş Orta Doğu Projesi) KOP (Kuzey Orta Doğu Projesi) eş başkanıyız’’ demişti.
Ayrıca 2008’de dönemin ABD Başkanı Barak Obama TBMM’deki konuşmasında ‘’bu sorunu siz çözmezseniz birileri gelir çözer’’ demişti!
Konunun salt PKK olmadığı, ABD’nin büyük Kürdistan projesi olduğu çok açık. Mesele Özal’ın dediği gibi ‘’bir koyup üç’’ almaksa, biz şimdi ‘’kaç koyup kaç alacağız’’ veya ‘’neyi koyup neyi alacağız’’
Mayıs seçimlerinde CHP gelirse Abdullah Öcalan’ı serbest bırakacak diyenler, montaj videolarla seçim kampanyası yürütenler o süreçte çoktan Abdullah Öcalan’ı serbest bırakma pazarlığına başlamışlar!
Abdullah Öcalan’ı ‘’Misak-ı Milli’’nin temsilcisi gibi gösterme gayretleri de boşuna değil…
Kim nereden nasıl ister siyasi, ister kulüpçülük isterse TFF veya bağlı koltuk savaşları üzerinden nasıl bakarsa baksın öncelikle sahada terinin son damlasına kadar mücadele eden, saha kenarında oynamaya hazır gençlerimizi, teknik heyetimizi Türk Milletine bu heyecanı yaşattıkları için taraftarlık ve siyasi düşüncelerden bağımsız içtenlikle, yürekten teşekkür etmek lazım.
2008’den sonra ikinci kez katılım sağlanan Avrupa Futbol Şampiyonası başında kimsenin favori göstermediği, turnuvanın sürpriz takımı olarak gösterilen Türkiye biraz şanslı olsa, saha dışı olaylar ve hakem kararlarına sığınmak değil elbette ama hakkaniyetli hakem kararları olsa kuvvetle muhtemel Türk Milli takımı final oynayabilirdi.
Büyük oyunun, organizasyonun ağababaları Türkiye’yi finalde görmek isteyip istemediği kurgularını ayrı bir kenara koyarak öncelikle Türkiye olarak saha içi ve saha dışı biz ne kadar hazırdık ona bakmadan önce turnuva sürecine bakmakta yarar var.
Türkiye EURO 2024’te F Grubu’nda Gürcistan’ı 3-1, Çek Cumhuriyeti’ni 2-1 yenmiş, Portekiz’e 3-0 yenilerek grubu 6 puanla Portekiz’in averajla gerisinde ikinci sırada tamamladıktan sonra son 16 turunda Avusturya’yı 2-1 yenerek çeyrek finale kaldı. Zorlu Avusturya maçı sonrası maçta iki gol birden atarak, gösterdiği yüksek performansla maçın oyuncusu seçilen Merih Demiral’ın maç bitiminde yaptığı ‘’Bozkurt işaretli’’ gol sevinci nedeniyle UEFA Disiplin Kurulu’nun bugüne kadarki benzer uygulamaların aksine 2 maç ceza vermesi, Türkiye iç siyasetini dalgalandırmış, siyasi pozisyonlar oynanacak maçın önüne geçince, çeyrek final Hollanda maçını daha anlamlı hale getirdi.
71 bin kişi kapasiteli Berlin Olimpiyat Stadı’nda tribünlerin büyük bölümünde Türk taraftarlar vardı. Tabi ki iç siyaset konusu haline gelen tartışmalar sonrasında geçmişte kendisine ‘’Bozkurt işareti’’ yapılmasına davalar açan Erdoğan, uğursuzluk eleştirilerine aldırış etmeden eşi ve Bilal Erdoğan’la birlikte çok geniş bir heyetle birlikte ‘maaile’ tribünlerde yerini aldı. Mehmet Şimşek’in tasarruf genelgesini yok sayan bir biçimde Erdoğan’ın ‘’korumu konvoyu’’ Almanların diline düştü; Almanlar kıskandı! Tasarruf derken zaten kastedilen emekliler, asgari ücretliler kısaca çalışan alt gelir grubu kastediliyordu!
Bütün bu gerilim sonrası oynana Hollanda-Türkiye maçını 2-1 Hollanda maalesef kazandı. Spor otoritelerinin de dediği gibi aslında Türkiye turnuvanın en iyi maçını oynadı, golü de buldu ama bir türlü ikinci golü bulamayınca ikinci yarıda Hollanda’nın yüksek paslı temposuna teslim oldu. Yenilen şansız ikinci golden sonra gol olabilecek pozisyonlar bulsak da olmadı ve finale giden yolda elendik.
Peki turnuva boyunca oyuncu seçiminden, oynanan oyuna, oyunda kalan oyuncudan değiştirilen oyuncu ve değiştirme dakikasına kadar eleştiriler sona erdi mi, ne mümkün! Elbette iyi niyetli yapıcı eleştiriler olmalı, ilgililer buradan gerekli uyarıları dikkate almalı ama eleştirilerin hepsi belli bir amaca yönelik olunca ortaya yine ayrışma, bölünmüşlük tablosu çıktı.
Mesela bazıları tuttuğu takımdan yola çıkarak tuttuğu takımın oyuncusunun oynamaması üzerinden oyuncu tercihlerini eleştirirken, bazıları hoca üzerinden, bazıları TFF başkanlık yarışı üzerinden ve tabi bunca tartışma olurda siyaset durur mu, işin içine siyasette giriyor. Zaten iktidar futbolu ileri derecede siyasallaştırınca, tüm milletin olması gereken milli takım sanki iktidarın milli takımıymış gibi algılanır hale geldi.
Sahada mücadele eden gencecik çocukların her biri birileri tarafından bir yerlere çekilmeye, futbolcular bir yerlere göre konumlandırılmaya çalışılıyor.
Bozkurt işaretinden sonra, Milli Takım eski Teknik Direktörü Mustafa Denizli’nin NTV’de katıldığı bir programda, özellikle Hollanda maçında en yüksek reytingle oynayan Arda Güler’in golden sonra sağ elini kalbinin üzerine ve sol elinin işaret parmağını yukarıya kaldırmasının takım arkadaşları tarafından hoş karşılanmayacağı ve kendisinin takımda yalnızlaşacağı yönündeki görüşüyle ilgili tartışma başladı.
Sporu spor olarak göremiyor, milli takımımızın başarılarından ortak sevinç yaşayamıyor, durduğumuz yere göre milli takımımızın başarılı veya başarısız olmasını istiyoruz. Futbolcularda bu siyasal iklimden etkilenerek oyun içinde kalamıyor, her biri kendini yakın hissettiği düşüncenin sembollerini yapmak durumunda kalıyor; hiç gerek yok!
Elbette 26. Dönem Şırnak HDP Milletvekili Ferhat Encu gibi kendini bu milletin bir parçası olarak görmeyen, Türk Milleti dışında herkese dost olan ‘ayrılıkçı, bölücü’ kafaların ‘Biji Portekiz’ den sonra ‘Biji Hollanda’ paylaşımları yapanların kendi nefretlerinden çıkmalarını dileyerek…
Tebrikler, teşekkürler, ayaklarınıza, yüreklerinize sağlık, yolunuz açık olsun bizim çocuklar.